22 Kasım 2010 Pazartesi

Resetlendim!

Resmen resetlendim gerçekten. Bu tatil bana o kadar iyi geldiki. Resmen nefes aldığımı hissettim uzun zaman sonra. Hiçbirşeyi kafama takmadım, hiçbir sıkıntıyı koymadım bu sefer çantama. Hepsini İstanbul'da bırakıp minik Nehir'i görmeye gittik ailece İzmir'e. Bütün gün boş boş oturdum yedim içtim yattım ve biraz da gezdim:) Öyle resetlenmişim ki sabah bilgisayarımın başına geçtiğimde şifremi hatırlayamadım bir süre siz düşünün gerisini:)


Hazır İzmir'e gitmişken şimdiye kadar hiç görmediğim Efes'e götürdü kocacağım beni. Çok etkilendim gerçekten inanılmazdı, Efes'e gitmeden önce Şirince'ye uğradık. Dağların eteklerine kurulmuş gelirini turizm ve şarapçılıktan kazanan çok tatlı bir köyburası. Oralarda kalmak istedik gerçekten. Ordaki insanları rahatlığını, doğa ile geçirdikleri zamanı kıskandık içten içe. Yol boyunca bze eşlik eden mandalina tarlalarına aşık olduk, dalından yemenin tadına vardık. Bütün stresimizi o topraklarda bırakıp çokta kolay olmayan bir dönüş yolculuğu sonrasında geldik yuvamıza.













O gece korkunç yorguluğunda vermiş olduğu dağılmışlık hissiyatı derin bir uykuya daldık pazar sabahı uyandığımızda herşeyi geride bıraktığımız bir rüyadan resetlenerek uyanmıştık sanki. Dinginlik, huzur, mutluluk ve verdikleri için Allah'a minnettarlık duygusuydu bu geziden bana kalan:)

Hoşgeldin Nehir Bebek!

Koskocaman bir tatil ne kadar iyi geldi bir bilseniz. 9 gün işe dair hiçbir sorun hiçbir sıkıntı düşünmeden geçti gitti rüzgar gibi. Güzel ve değişik bir bayramdı benim için 4 gece boyunca yeni doğmuş dünyalar tatlısı bir bebekle, aynı evin içinde geçirdim zamanımın çoğunu. Bir sürü şey düşündüm hayatıma dair kendimle ilgili yepyeni bir yavrucağın bir aileyi nasıl değiştirdiğini, güzelleştirdiğini gördüm.. Bu tarz olaylarda ailelerin özellikle de çiftlerin annelerinin kritik durumunu gördüm gayet yakından. Bazen korktum bazen hüzünlendim ama çoğunlukla hep umutlandım geleceğe, ailemize yeni bir bireyin katılması fikrine dair.

İşte size Nehir bebek. Mis kokulu, kara kaşlı kara gözlü. Annesini babasının göz bebeği (hatta bütün sülalenin ilk miniği). Maşallah sana:) Çok mutlu ol, Rabbim her türlü kötülükten korusun seni!


4 Kasım 2010 Perşembe

Sen Çok Yaşa İş Sanat


İş Sanat dün gece Fazıl Say ve Flarmoni orkestrası ile 11. sezonuna başladı. Klasik müziği severim ama çok düşkün değilimdir özellikle sıkıntılı ve stresli zamanlarımda çalışırken dinlerim ancak dün geceki atmosfer çok etkileyiciydi benim için. Bir sürü şey düşündüm bir sürü yere götürdü beni.. En çokta gurur duydum. İş bankası logosu altında memleketimin en köklü bankasının böyle bir organizasyona ev sahipliği ediyor olması geleceğe karşı endişemi, bizi çekmek istedikleri kargaşaya karşı hissettikerlerimden 2 saatliğine de olsa uzaklaştırdı beni.

Diğer yandan Fazıl Say'a hayran kaldığımı itiraf etmek zorundayım. Zorundayım diyorum çünkü geçtiğimiz dönemlerde yaptığı sivri dilli açıklamlarındna dolayı kendisine oldukça tepkiliydim. Şimdiye kadar canlı performansını dinlememiştim hiç, inanılmazdı. Resmen bütünleşti piyanosuyla dün gece, tuşlarıyla ağladı, melodileriyle coştu coştrdu herkesi nerdeyse 5 defa alkışlarla geri geldi indiği sahneye. Çok saygı duydum kendisine işini bu kadar içten bu kadar aşk dolu yaptığı için.

Teşekkürler İşsanat umarım yıllar, nesiller boyu bu organizasyonlarını devam ettirirsin.

28 Ekim 2010 Perşembe

Yağ Yağmur!

yağ yağmur içime içime
belki temizlenir her şey
beynime mi yağsan acaba?
sen karar ver ben düşünemiyorum artık!

24 Ekim 2010 Pazar

Her yerim katır kutur :(

Bugünlerde tüm kemiklerim takırdıyor sanki. Havadan mıdır sudan mıdır anlamadım gerçekten sırt, bel ve boyun ağrısından ölüyorum. Sanıyorum sporsuzluktan oluyor bütün bunlar eee yaş oldu 30 ağrılar sızılar başladı:) Bütün gün oturarak çalşıyor olmak yol açıyor bunalra biliyorum birde spor yapmayınca oldum pinokyo:)

Buraya da yazıyorum kendime de söz veriyorum spora başlaycağım hem de çok çılgın şeyler düşünüyorum.. Sabah yüzmece akşam sporlamaca gibi... Buraya da yazıyorum ki kendimle yüzleşeyim yapmadıkça :)

Hadi bana kolay gelsin...

19 Ekim 2010 Salı

Yaşamda sevdiklerinize yer açın

Çok sevgili arkadaşım Tülin Kahvecioğlu'nun Mahmure.com'da yazdığı yazının ta kendisini paylaşmak istiyorum. Ben çok etkilendim, uzun uzun düşündüm bakalım size neler hissettirecek? Tekrar ellerine sağlık Tülin'cim...


Bu yazı yaşamdan, işinden, evinden, herhangi bir şeyden bunalmış olanlara ithaftır...
Dün kızımla alışveriş yaparken telefonum çaldı. Telefondaki arkadaşımla konuşurken bana bir olay anlattı. Anlattığı şeyden çok etkilendim. Yaşamda nelerin önemli olduğuna dair çarpıcı bir hatırlatma... Duyduğum yaşanmış bir olay, bana 2. elden ulaştı ve duyduğum andan beri beni size yazmaya zorluyor. Belki siz de benzeri olayları okudunuz, dinlediniz, seyrettiniz, belki yaşadınız bilemiyorum.

Bu bugün benim kelimelerimle size ulaşacak ve ben de sanırım bu işteki vazifemi yerine getirmiş olacağım. Hissettiğim budur. Detaylarda hata olabilir, düzeltmek gerekirse açığım.. Ben biraz hikayeleştireceğim.

Hikaye bir uçak yolculuğunda başlıyor Hikayede iki kahraman var, birisi orta kademe yönetici olarak çalışan genç bir adam. Büyük bir şirkette ve sanırım başarılı da. Neler hissettiğini, neler yaşadığını, nasıl bir insan olduğunu bilmiyorum.

Hikayenin diğer kahramanı bir kadın. O da başarılı, genç. Çoğumuzun içinde bulunduğu, en azından yaşamının bir döneminde hissettiği "her şeyin üstüne üstüne geldiği" bir zaman diliminde ve ruh halinde kendisine Londra yolculuğu için bilet alıyor ve uçağa biniyor. Uçuş başlıyor tesadüf bu ya yan koltukta kendi yaşlarında genç bir adam oturuyor. Yan koltuktaki bu genç adam ile genç kadın tanışıyorlar ve yolculuk esnasında aralarında güzel bir diyalog kuruluyor. Genç adam son derece esprili, keyifli. Aralarında oluşan bu sıcak atmosfer, aynı yöne giden ve seyahate çıkmış turist olma ruh hali içinde tatilde de görüşme kararı alıyorlar. Genç adam Londra'sa ailesiyle buluşacak. Kadın, adam ve ailesi 1 hafta çok güzel vakit geçiriyorlar. Yerler geziliyor, yemekler yeniyor, sohbetler ediliyor. Sonra kadının dönme vakti geliyor. Adamdan bir iki gün önce dönüyor. Kadın adamı arıyor çektiğimiz fotoğrafları bastırıyorum diye ama inanılmaz bir şey, adamın daha o gün trafik kazasında öldüğünü öğreniyor...

Bu yazıyı okuyan ve bu genç adamı tanıyan herkese Allah'tan sabır diliyorum, kendisine de rahmet...

Bu hikayedeki genç kadın şu an kendini nasıl hissediyor bilemiyorum. Onun bu genç adamla yollarının niye kesişmiş olduğuna dair çıkarımları neler, bilemiyorum.

Bu genç adam neleri yarım bıraktı, yaşamdan almak istediği neler vardı onu da bilemiyorum...

Bu genç adamın ölümü ve ölmeden önce bize bıraktığı mesaj ve hediye için de hepinizi biraz düşünmeye davet ediyorum.

Yaşamınızın ne kadarı gerçekten sevdiğiniz şeylerle dolu? Buna cevap verebilmek için belki bir adım geriye gitmek lazım. Gerçekten neleri sevdiğinizi, nelere değer verdiğinizi biliyor musunuz? Buna tabiî ki biliyorum diyenleriniz çoğunlukta olacaktır. En son ne zaman kontrol ettiniz?

Kendinizin, istek, arzu, değerlerinizin ne kadar farkındasınız?

Yaşamda ya da işte sizi siz yapan değerleriniz neler? Bunların ne kadarını yaşıyor ne kadarını uyguluyorsunuz?

Daha fazlasını yapsaydınız yaşamınızda neler farklı olurdu?

Tercih ettiğiniz şeyleri mi yapıyorsunuz yoksa "zorunda olduğunuzu" düşündüğünüz şeyleri mi?

İşiniz yaşamınızın bu anlamda neresinde, ne kadar tatmin duyuyorsunuz?

Sadece sahip olduğunuz işinizden değil, işinizi yapış şeklinizden, yöneticiliğinizden, liderliğinizden, yaratıcılığınızdan... Siz ekleyin devamını.

Hadi bir kağıt alın elinize, bir de kalem. Yaşam çizginizi çizin kağıda. Çizginin bir ucu başlangıcı diğer bir ucu da bitişi simgelesin. Bitiş çizgisine koyun bakalım, kaç yaşında bitecek o çizgi sizce? Hadi bir tahminde bulunun. Şu an çizginin neresindesiniz?

İşinizde ya da yaşamınızda sizden sonraya bırakmak istediğiniz iz nedir? Bu izi bırakmak için bugün neler yapıyorsunuz? Başka neler yapmak istersiniz?

Ne zaman?

Nasıl?

Yaşamda ya da işte karşınıza çıkan fırsatları değerlendirme konusunda kendinizi nasıl görüyorsunuz? Daha fazlasına cüret etseydiniz neler farklı olurdu?

Anı yaşamak nedir biliyor musunuz?

Anı değerlendirme konusunda kendinizi daha da geliştirseniz bundan işiniz ve yaşamınız nasıl etkilenirdi?

Yaşamı bu kadar değerli kılan şeylerden biri de bir gün bitecek olması... Bu süre içinde en iyi performansınıza ulaşmak, sizin için en anlamlı sonuçları almak üzere başka neler yapmak istersiniz?

Sevgiyle kalın.
Tülin Kahvecioğlu, PCC
Yönetici ve Takım Koçu

7 Ekim 2010 Perşembe

Hep geride kalan, el sallayan olmak!

Düşünüyorum da hep geride kalan el sallayan olmuşum hayatta. Daha ilkokul sıralarında başlamıştı bu el sallamalar en sevdiğim sıra arkadaşım beni bırakıp başka okula transfer olmuştu o zamanlar sadece beni bırakmak için gittiğini zannedecek kadar küçüktüm, sonra oturduğumuz mahallede en sevdiğim arakdaşım yan komşumuz ev aldıkları için taşınmışlardı, eşyalarının taşındığı kamyonetten bana el sallayışını hala hatırlıyorum. Yazlıktayken evlerine dönen arkadaşlarımı genelde ben uğurlardım çünkü en son biz kapatırdık sezonu, kısa süreli bir el sallama olsa bile sevmezdim hiç sona kalmayı. Evlendim yine birşey değişmedi bu sefer de kocama el sallıyorum her iş gezisine giderken, hatta nişanlıyken el sallamalarım başladı kocacığıma :)

İş yerinde de aynı şeyler oluyor bu günlerde yıllardır birlikte çalıştığım arkadaşlarım birer birer gidiyorlar.

Şimdi sıra Niloş'a el sallamaya geldi, üzgünüm birlikte çalışamayacağımız için, fiskos yapamayacağımız için, ikoncanları çekiştiremeyeceğimiz için, dertleşemeyeceğimiz için, birlikte yaptığımız pek güzel şeyi artık o kadar da sık yapamayacağımız için ama onun için daha iyi şeyler olacağından hiç şüphem yok hatta eminim.

Yolun açık olsun arkadaşım :)

5 Ekim 2010 Salı

Hiç Kıyafetim Yokkkkkkkkkkkkk


Ben anlamıyorum gerçekten nasıl oluyor da her sene mevsim dönüşlerinde hep aynı şeyleri yaşıyorum. Her akşam yarın ne giysem seremonisi, dolabın önünde geçirilen dakikalar, 'ayy bugün ne giysem hiçte bişeyim yok' cümleleriyle dalga geçilmeler hepsini her seferinde istisnasız yaşıyorum. Nasıl bir psikolojidir bu gerçekten, nasıl oluyorda her seferinde dolapta giyecek doğru düzgün birşey olmadığını düşünüyorum? Ben yine aynı sendromdayım, dolabımda bir kıyafete daha yer yokken her gün giyecek birşeyler bulmakta zorlanıyorum. Var mı bu işin sırrını bilen? :)

26 Eylül 2010 Pazar

Tam 6 yıl

Evet evet koskoca bir 6 yıl. Benim yaş ortalamamdaki bir insan için aynı iş yerinde 6 yıl çalışmak ender rastlanan bir durum. Sanıyorum işini ve çalıştığı kurumu seven şanslı azınlıktayım ben (maşallah:). Bugün 5 yılı geride bıraktım 6 yıla adım attım.Her ne kadar son zamanlarda çok stresli ve sıkınılı günler geçirsemde insanın kendini hayatını adadığı bir işin sonucunda ulaştığı zaferler herşeye sünger çekiyor. Geçen gün bir köşe yazarı ben işkolik değilim sadece işime kendimi adadım diye yazmıştı aynen böyle işte sanıyorum benim içinde çalışıyor olmak bu işi yapıyor olmak aynı anlama geliyor. Henüz 9 kişilik bir ekipken 5 yılın sonunda 50kişiyi geçen koskaca bir ekip olmanın, gelişimin her evresinde bulunmuş olmanın gururu ve mutluluğunu yaşamak ayrıca şanslı hissettiriyor kendimi bu günlerde.

Bazen bu sayfalarda işte yaşadığımı mutsuzlukları, huzursuzlukları da yazdım evet farkındayım ama her şeye rağmen severek çalıştığın bir işin olunca kötü günleri çabuk unutuyorsun. Umuyorum herkes, her sabah kalktığında severek gelebileceği bir işte çalışmanın tadını alır. Bende emekli olmaya karar verdiğim güne kadar bu zevki yaşayarak yaparım işimi, umuyorum!

22 Eylül 2010 Çarşamba

Canım Sıkılıyor

7 Eylül 2010 Salı

Bayram

Bayram benim için anneanne, büyükbaba, babaanne, hala, teyze, kuzen, adapazarı demek, bayram namazından sıcacık simitle gelecek babayı kahvaltı için beklemek, sevdiklerimi ziyaret etmek, yaşlıları sevindirmek, ıslama köfte yemek, babaanne ile eski resimlere bakmak, babayla tavla oynamak demek. Bayram benim için hala eski günler demek. Son iki yıldır bunların hepsini en sevdiğimle paylaşmak demek.

Her bayram tatilini buralardan kaçmak için, tatil yapmak için bir fırsat gibi düşünsemde işte yukarıda saydığım sebeplerden dolayı hiç bir zaman gerçekleştirememişimdir. Yaşım ilerledikçe de gerçekleştiremeyeceğime eminim. Bunun için hiçte pişman değilim, çocuğum olduğunda aynı duyguları hissedebilmesi için elimden geleni de yapacağım.

Herkese sevdikleriyle birlikte mutlu bayramlar.

16 Ağustos 2010 Pazartesi

*17 Ağustos 1999 :(

Korkunç bir gürültü ile uyandığımda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, uyanmamış mıydım yoksa? Yok yok uyanmıştım, ağzımdan burnumdan iğrenç toz bulutu çıkıyor diğer yandan yer, tüm gücüyle bedenimin her bir noktasını sarsmaya devam ediyordu, bir yandan da bir yerlerden kayıyordum oysaki en son yatağıma yattığımı ve güzel bir uykuya daldığımı hatırlıyorum. Nerden kayıyorum diye düşünürken kendimi odamın kapısının önünde buldum, kaydığım yerden yuvarlanarak gelmiştim ayağa kalkmaya çalışırken yer tıpkı deniz dalgası gibi ayaklarımı kaydırıyor beni yine yere atıyordu, sarsıntının azaldığı bir anda ayağa kalkmayı başarmış kapımı açmıştım ki annemle babamı nerdeyse gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi dehşet dolu bir ifade ile kapımın önünde bulmuştum. Evet deprem oluyordu oysak, annem deprem demese kıyamet koptuğunu zannediyordum ben. Onlarla göz göze geldiğim an Merve diye bağırmaya başladım, kardeşim Merve ile odalarımız yan yanaydı ve onun kapısı hala kapalıydı seslenmemize rağmen içeriden ses gelmediği gibi kapısını da açamıyorduk, babam kırılan kapının camını tuz buz ederek içeri girdiğinde merveyi tepkisiz bir şekilde çalışma masasının üzerinde bulduk, şoka girmişti ama yaşıyordu o an düşündüğümüz tek şey devrilen dolapların ya da duvarların altında kalıp kalmadığıyda ama şükürler olsun ki yaşıyordu, babamın nerden bulduğunu sonradan öğrendiğim bir el feneri ile evimizin çıkış kapısını bulmaya çalışırken, iğrenç bir çimento kokusu ciğerlerime işlemiş diğer yandan gelen çıığlık ve cam kırıkları sesleri içinde üst dairelerde oturan teyzem, dayım ve anneannemle büyükbabamın sağ olup olmadığını düşünürken babam çıkış kapısını bulmuştu, kapıyı açmayı başardığımızda gördüğümüz sahneyi sanırım ölene kadar unutamayacağım, merdivenler yoktu, apartmandan çıkmak için ihtiyacımız olan merdivenler yerin altına gömülmüştü işte o zamana kadar evimizin yarısının toprağın altına girdiğini anlayamamıştık.

Hemen balkon kapılarına yöneldik, balkona çıktığımızda kendimizi caddenin ortasında bulduk çünkü balkonumuzla sokak birleşmişti. Sonunda dışarı çıkabilmiştik ama dışarı çıkmak hissettiğimiz dehşet dolu anları geride bırakmamıştı çünkü üst katlarda oturan ailemin diğer fertleri canlarım hala dışarı çıkamamıştı bu arada artçılar devam ederken beraberinde çığlıklar da artarak devam ediyordu. Aynı zamanda sevdiklerini kurtarmak için yardım isteyen insanların çaresizliği ve bizim hiç birşey yapamamamız, yardım edemememiz ve o çaresizlik anları hala içimi sızlatıyor aklıma geldikçe.

Gün ağırmaya başladığında ailemin tüm fertleri sağ sağlim apartmandan çıkabilmişti ancak ağıran gün dehşeti, korkunçluğu ve cehennemi de gün yüzüne çıkartıyordu beraberinde. Sevdiklerini kurtarmaya çalışan insanların çaresizliği, ya da sevdiklerinin öldüğünü gören insanların kahroluş sahnesi ömrümün sonuna kadar beynimin bir yerlerinde zaman zaman kendini hatırlatacak sanırım.

Evimiz yıkılmıştı ama yaşadığımız sokaktaki binalardan eksiksiz çıkan tek aile olduğumuz için o saniyee yaşanan tüm korkunçluğa rağmen hiç birşey düşünemiyorduk. Aradan zaman geçtikte dehşet anının tüm ayrıntıları bir bir konuşuluyor ve her geçen gün enkaz altında kalan bir yakının haberini alarak günler günleri kovalıyordu ve 10 yıl geçti. Geri dönüp baktığımda (her ne kadar bakmamaya da çalışsam) dün gibi aklımda dehşetin her saniyesi, depremin aileme verdiği maddi ve manevi izlerini hala taşıyoruz üzerimizde. Ancak hayattayız ve 10 yıldır her gün farklı bir şekilde şükrediyorum bunun için. O zamanlar artık herşeyin bittiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünmüştüm bir daha hiç mutlu olamayacağız bir daha hiç gülemeyeceğiz sanki hep ağlayacağız gibi geliyordu ama herşey geri de kaldı. Hayat devam etti.

Bunu neden anlattım, 10 yıl önce bugün saatler sonra başımıza geleceklerden habersiz hayatı yaşamaya devam ediyorduk tıpkı bugün olduğıu gibi. Herşeye rağmen 10 yıl geride kaldı hayata sıfırdan başladığımız tam 10 yıl oldu. O gece üzerinden kaydığım şeyin yan apartmanın kolonunun kırılarak altına girdiği yatağım olduğunu, odamın enkazından çıkan eşyaların yan apartmandaki komşunun salon takımları olduğunu, enkazı kaldırmak için gelen inşaatçıların ağzından dinledim. Kimse o odadan sağ salim çıkabildiğime inanamıyordu ama mucizeler bizim için değilmiydi?

Canların kaybeden herkese Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyorum. ama diğer yandan da şunu söylüyorum. Herşeyimizi hatta ruh sağlığımızı bile kaybettiğimiz o günden bugüne baktığımızda herşeyi geride bırakmayı başardım. Güzel bir hayatım var ve ben bunu Tanrı'nın da yardımıyla, çalışarak, kaybettiklerimi geride bırakarak her zaman yaşadığım için şükrederek ve hayata daha çok bağlanarak başardım. Eğer sizde bazen herşeyin kötü gittiğini, düştüğünüzde, canınızın bir parçasının koptuğunda, bir daha kalkamayacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, lütfen pes etmeyin ayağa kalkmaya çalışmayı bırakmayın. Depremi yaşayan, enkazların altından mucizevi bir şekilde çıkan ve herşeyini kaybeden ama hayata sarılıp bugünlere gelen bizleri düşünün.

10 yıl önce bugün hayatını kaybeden herkese tekrar Allah'tan rahmet diliyorum.

* Geçen sene yazmıştım bu yazıyı, bu sene tekrar yayına aldım.

13 Ağustos 2010 Cuma

Otobüs Yolculuğu

Dün aniden belli olan bir toplantım sebebiyle Ankara yollarındayım şu an. Sık sık gidip gelenler bilirler Ankara'ya uçak yolculuğu otobüsten daha zahmetlidir ve nerdeyse zaman olarak aynı sürer. Bende bunu bilerek dün otobüsten yerimi ayırttım. Şehirlerarası otobüs yolculuğunu çok seviyorum, yolculuk süresi kendimle baş başa kaldığım ender anlardan biri çünkü.. Herşeyi düşünmek için zamanım oluyor bu süre içerisinde. Hayatımı, işimi, ailemi, arkadaşlarımı ama herşeyi... Bugün de kendime ayırdığım bu anlardan biri benim için ama bilgisayarım yanımda olduğu için işten ve emaillerimi yanıtlamaktan düşünmeye vakit kalmaycak gibi ama yinede güzel.

Eskiden otobüste walkmen dinlemek bile bir lüksken şu anda geldiğimiz noktaya inanamıyorum. Tekli bir koltukta bilgisayarım kucağımda, önümdeki koltuğun arkasındaki bana özel televizyona göz atıyorum arada sıkılırsam da yine koltuğu arkasındaki kulaklık girişine takacağım kulaklığımı ve dinleyeceğim müziğimi:) inanılmaz değil mi? Teknoloji ilerledikçe nasıl da kolaylaştırıyor hayatımızı. daha on sene öncesine kadar internete bağlanıp bağlandığımı anlamak için 'cınnnn' diye çıkan o garip sesin gelişini dinleyip bağlandı diye sevinirken 10 yıl sonra kucağımda laptopla yolculuğun keyfini çıkarıyorum şimdi.

Birazdan Bolu'ya geleceğiz, mis gibi havasını içim çekip koyulacağız tekrar yollara. Umarım toplantım güzel geçer, birde bu arada bugün gelmesini beklediğim müjdeli bir haber var. O da geldi mi deymeyin keyfime:)

11 Ağustos 2010 Çarşamba

3 günlük haftasonu kaçamağı

Yaza girmeden önce sevgili eşimle birlikte güzel bir haftasonu kaçamağı yaptık. Cuma'dan izin alıp sabah erkenden atlayıp arabamıza kırdık dümeni Ege'ye doğru. Kaz dağlarına gidelim dedik, orda bir butik otel bulur 3 gün kafamızı dinler hem de İstanbul'un karmaşasından biraz da olsa uzaklaşırız diye düşündük.


Gittik kaz dağlarına ama otelde kalmadık, eşimin kız kardeşinin kayınvalideleri kazdağlarının denize ve yunan adalarına bakan köylerinden birinde harika bir ev yapmışlar kendilerine ve emekli oldukları için yılın büyük bir kısmını burda geçiriyorlar. Bizi çok güzel ağırladılar, 3 gün boyunca sürekli gezdik mis gibi havayı doldurduk ciğerlerimize.



Bu gezimizde bir karar verdik eşimle, en kısa zamanda buralarda bir arsa bulup emekliliğimizi inşa etmeliydik. Yaşımız ilerlediğinde mutlaka böyle bir yerde devam etmeliydik yaşamımıza. O yüzden gözleri açttık ve koyulduk boş arsa bulmaya. ama nerdeee köylüleri akıllanmış bir kaç yıl evvel 3-5 liradan sattıkları arsalarını hayattan bezmiş İstanbul'lular keşfetmeye başladıkça arttırmışlar değerlerini. Enteresan olan onların bir an önce köy yaşantılarından kurtulmak isteme çabalarıydı benim çok dikkatimi çeken. Hatta bizim gittiğimiz köyde eğer damatın şehirde evi yoksa kızlarını vermiyorlarmış bu ne yaman çelişki dedim hayretle. Ne işiniz var şehirde be insancıklar dedim kendime. Biz İstanbulda domatesin kilosuna 5 tl verirken onlar ya tarlalarında ektiklerini yiyorlar ya da 5tl ya bir haftalık sebze alışverişi yapıyorlar pazarlarından. biz 2 göz odalı evlerde 1500tl kira ile oturuken onlar çok daha büyük taş evlerde 200-300 tlya sürdürüyorlar yaşamlarını ya da kendi evlerinde oturuyorlar paşalar gibi.


Altınoluk, Ayvalık, Cunda, Asos derken geldik yine kürkçü dükkanına. Artık bir hayalimiz daha var geleceğe dair, yeşilliklerin arasında restore edilmiş bir taş ev, kocaman bir bahçe, şahane bir deniz manzarası ve sadece internet ile olan biteni takip ettiğimiz bir yaşam ve arasıra haftasonları da olsa ziyaretimize gelen çocuklarımız.

Ayrıca şunu itiraf etmeliyim bu geziden bir süre sonra yaptığımız yaz tatilimiz bile dolduramadı doğayla iç içe yaşadığımız bu 3 günün yerini.

Geçsin artık bu sıcaklar.. Gelsin güzel sonbahar..


Yaz mevsimini oldum olası sevmiyorum. Sıcağı sevmiyorum. Üşümenin çaresi her zaman vardır kalın giyinirsin hallolur ama ya sıcaklar... Her yaz ne kadar çok insanın suya sabuna dokunmadığını görüp dehşete düşüyorum nasıl olurda böyle kokarlar hiç mi yıkanmazlar, aynı tshirtü nasıl günlerce üst üste giyerler diye düşünüp dururum.

Benim için yaz demek tatil demek, tatil yapmadığım sürece yaz olmuş olmamış kime ne?

Çalıştığın sürece ne anlamı var bu sıcakların? Bir an önce sonbahar gelsin, hırkaları botları çıkartalım istiyorum.

Haftasonu biraz mağaza dolaştım hepsine gelmiş sonbahar, yine sonbahar kıyafetleri pek güzel bu sene, gerçi son indirime giren yazlık kıyafetlere bakıp acaba ucuzundan güzel bişeyler bulabilir miyim diye vakit harcamaktan sonbaharlıklara bakmaya fırsat gelmiyor ama yine de çok güzel bir kaç parça gördüm mağazalarda. Bir süre sonra gelecek ilk indirimi heyecanla beklemekteyim. Hadi gel güzel sonbahar:)

1 Ağustos 2010 Pazar

Biri Bana Öğretsin

Bu aralar işle ilgili canım çok sıkkın hatta uykularım kaçıyor yine bir değişimin eşiğinde olmak ama bu sefer önünü görememenin sıkıntısı benimki. Gece 3.30da uyanıp sabaha kadar bir sağa bir sola dönmekten, beynimde dolaşan hep aynı tilkilerden, sol omuzumda duran kara melekten bazen kalp çarpıntısıyla işe gitmekten yoruldum bu aralar biraz.

Tatil iyi gelir biraz kendimi dinler bazı şeyleri düşünmem dedim ama nerdeeee.. Her sabah 7.00de dikildim yine ayağa işe gidecekmişim gibi bünye alışmış bir kere reddediyor bazı şeyleri. Ama hiç zorlamadım bu sefer kendimi uyumaya, kalktım, en güzel şezlongu kaptım her sabah itinayla:))) Her gün nerdeyse toplamda 1 saat ekibimdeki arkadaşlarımın sorunlarıyla ilgilendim kopamadım anlayacağınız ve sonuçta planladığım gibi uzaklaşamadım ama dinlendim. Konu nerden tatile geldi bilmiyorum ama büyük bir içsel arayış içerisindeyim son zamanlarda kendimle ilgili bilmiyorum belki profesyonel destek alırım ama en azından bir süre kendi kendimi değiştirmek için çabalayacağım.

Çok kafaya takıyorum herşeyi özellikle işte yaşadığım gerginlikler problemler özel hayatımı da yakından etkilemeye başladı, bu olmsuzluklar gece uykularımı kaçırmaya başladığı gibi gündüz de dikkatimi ve konsantrasyonumu bozmaya başladı, sorumluluklarımın artmasıyla birlikte gelen sorunlar, değişimler, gidenler ve gelenler dengemi bozmaya başladı ancak ben buna karşı koyamaz hale gelmeye başladım ki en fazla canımı sıkan da bu konu son zamanlarda. 10 senedir profesyonel olarak iş hayatının içindeyim ancak hiçbir zaman işi ve özel hayatı birbirinden ayırabilen insanlardan olamadım bunu nasıl yaptıklarını çok ama çok merak ediyorum. İş yerinin kapısından çıktığım an herşeyi orda bırakmayı ertesi sabaha kadar sıkıntıları askıya almayı, rahat bir uyku çekmeyi bende becermek istiyorum artık eminim var bunun bir yolu. Bilen bana öğretebilir mi acaba?

15 Temmuz 2010 Perşembe

3 ay olmuş

Dün Niloş'un uyarısıyla farkettim ki 3 aydır yazmamışım bloguma. Aslında yazacak şey olmadığından değil aksine okadar çok şey oluyorki, yazmamam tamamen canımın istememesinden.

Bu aralar çok sıkıldım çalışmaktan, biraz da moralim bozuk. Ama düzelir şu tatile gidip geleyim bodrumun soğuk sularına kendimi bırakayım gelirim kendime.

Döndüğümde tekrar yazmaya başlayacağım.

18 Nisan 2010 Pazar

Kız Kıza Balkan Havası

Büyükbabam ailesiyle birlikte Yugoslavya'dan, babanem de Priştina'dan gelmişler Türkiye'ye zamanında. Biri arnavut biri boşnak, çocukluğumuzdan beri balkan hikayeleri, balkan şarkıları ve ordaki hayat hikayeleri, savaştan kaçışları ve geride bıraktıkları ile büyüdük biz. Şimdi bir akordiyon sesi duyduğumda ya da oraların müziğinden esintileri hissettiğimde içim bir hoş olur duygulanırım.

Hal böyleyken kız kardeşimin Suzan Kardeş'e gidiyoruz kız kıza haydi sende gel davetini havada kaptım:) Ne de iyi yapmışım.. Suzan Kardeş'i dinlerim zaten, beni alır götürür taaa nerelere... Sahne performansı da, çıktığı mekan da süperdi yaklaşık 20 kız felekten bir gece çaldık.



Balkanlar deyince ilk aklıma gelenler: büyükbabamın ve anneannemin hikayeleri, boşnak böreği, babanemin saçta açtığı hamur, damat havası, dimyadır, şimdi bir tane daha eklendi; ve tabiki Suzan Kardeş:)

5 Nisan 2010 Pazartesi

Cumaretesi ve Zeytin

Bu aralar iş hayatında yeni yeni mecralara atılmaya başladık, bol bol prodüksiyonlu işler yapıyor yeni yeni şeyler öğreniyoruz ekipçe. Bu haftasonu da şimdi burdan açıklayamayacağım bir markanın çekimi için çalıştık. Çok güzel bir proje olacak detayları proje hayata geçiğinde anlatacağım ancak şimdi anlatacaklarım çekimi yaptığımız mekanla ilgili.


Çekimimizi Beyoğlu'nun arka sokaklarına saklanmış harika bir sanat yuvasında yaptık. Mekandan çok etkilendim çünkü sahibi Yunus Tonkuş Beyefendi'nin yaşamıyla işini birleştirdiği muazzam bir yapıya dönüşmüş. Yunus Bey 2004 yılında harabeyken almış bu evi ve şuanki haline çevirmiş itina ile. Heykellerini binanın en alt katında yapıyor aynı katta bir de cafe yapmış 'sanatseverlerin konuşacakları mekanlar kalmadı artık' diye başladı söze cafeyi oluşturma nedenini anlatırken bizlere. Binanın diğer katlarında çalışma alanları, resim yaptığı salon, ders verdiği salonlar ve yaşam alanını bulunuyor Yunus Bey'in. Birde avlusu var bu taştan konağın gerçekten kendinizi bir o kadar İstanbul'un dışında, yan binada yaşayan ve çocuğuna seslenen annenin sesini duyduğunuzda da bir o kadar İstanbul'un içinde hissedebileceğiniz bir mekan. Avlusunda kocaman kocaman masalar var dost sohbetleri için birde küçük müştemilat yaptırmış ancak burayı da sanatı için kullanıyor, kafanızı kapıdan içeri uzattığında boyası yeni kurumuş tualini görmeniz mümkün.



Hal böyleyken bu koskaca avluyu yalnız bırakmayan birde kadim dostu var Yunus bey'in. Sevgili Zeytin... Nasıl da güzel bakıyor sevgi dolu bir köpek, huzurlu sahibi gibi. Sanki dünyanın tüm kötülüklerinden arınmış bu avluda herşey boş, dert ettiğiniz ne ki der gibi bakıyor insanın gözlerinin ta içine.



İşimi bu yüzden çok seviyorum işte, hep yeni ufuklar açıyor beynimde, kendimi her an yenilememi yeni şeyler öğrenmemi sağlıyor. Çok yoruluyorum bazen stresten kalp çarpıntısıyla uyanıyorum evet ama ilerde çocuğuma anlatabileceğim harika bir iş hayatının duvarını örerken itina ile evet bugünde bir tuğla daha ekledim diyebilmenin huzuru ile koyuyorum yastığıma başımı her gece...

2 Nisan 2010 Cuma

Elif vız vız vız!!!

Arı gibiyim bugünlerde, o kadar çok çalışıyorum ki gerçekten günler saatler nasıl geçiyor farkında değilim. Sabah ofise giriyor, akşamın bir vakti çıkıyor bununla da kalmıyor gece yarılarına kadar çalışıyorum. İşimi çok severek yaptığımı çok kez yazdım blogumda evet seviyorum ama bu sıralar beni gerçekten çok yıpratıyor.

İş dışında yaptığım hiçbirşey yok bugünlerde bu yüzden yazacak çok fazla şeyde bulamıyorum diye düşünürken geçen gün iş arkadaşlarımla katıldığım yemek ziyafeti gecemiz geldi aklıma.

Sevgili müşterim Tefal bizi Tefal Mutfak Sanatları Akademisine davet etti ve çok güzel bir gece geçirdik. Yemek yaptık güldük eğlendik sonra da yaptıklarımızı bir güzel yedik. Bunca işin stresin içinde hepimiz için iyi geldi gerçekten.

Yarın da bir markamızın çekimine katılacağım Derya Baykal ile yapılacak çekim, onu dabir dahaki yazımda yazacağım.

8 Mart 2010 Pazartesi

1 Mart 2010 Pazartesi

Kırılan cam yapışır mı? Yapışsa da eskisi gibi olur mu?


Bilmem olmaz di mi? Kırmamak lazım, hele kıymetliyse gözünün nuru gibi sahip çıkmak lazım.. Tuz buz olduktan sonra "ah" lar "vah"lar nafile. Dikkat etmek lazım hemde çoookkk!

23 Şubat 2010 Salı

İpek Hanım'ın Çiftliği

Bugünlerde sağlıklı beslenmeyle yatıp sağlıklı beslenmeyle kalkıyorum sakın yanlış anlmayın kendim için değil çok değerli bir müşterimin 2010 strateji sunumu için :)

İşte böyle algılarımın hepsinin açık olduğu bir zamanda bir arkadaşımın yönlendirmesiyle tanıştım ipekhanim.com ile. Tam bir istanbul'dan kaçış başarı hikayesi:) hayalinde olan taş eve kavuşan ve yeni yaşamını Ege'nin sihirli kollarında kuran İpek hanım'ın hikayesin özenerek okudum. Okurken öğrendim ki İpek Hanım çiftliğinde yetiştirdiği ürünleri satıyor hemde Türkiye'nin neresinde olursanız olun kargo ile evinize kadar ulaştırıyor, şahane değil mi? Yiyeceklerin en sağlıklısı, en lezzetlisi sipariş verdiğiniz gün kapınızda. Ne tatlı değil mi?

www.ipekhanim.com

18 Şubat 2010 Perşembe

Better Together !! :)

Çok tatlılarrrr.. where's my couple ? :/

"Better Together" for Match.com from FriendsWithYou on Vimeo.

16 Şubat 2010 Salı

Eksik Olan Yarım

Bu sabah sensiz uyandım yeni güne, yıllardır yaşadığım çok güzel günlerimin geçtiği evde olmama rağmen garip bir his vardı içimde yarım olmaya, sensizliğe dair. Aynı çatı altında yaşamaya başladığımız günden bu yana en büyük ayrılığımız olacak, görünürde bir haftalık ama benim için çooookkk uzun sürecek bu ayrılık.

Ben sana ne kadar alışmışım bir kolum, bir bacağım ve bir kolum gibi olmazsa olmazım olmuşsun. Seni çok seviyor ve özlüyorum...

10 Şubat 2010 Çarşamba

Ekmek Ağacı

Kalan ekmekleri atmak durumunda kalmak ne kötü bir hissiyattır benim için, mümkün olduğunda atmamamaya çalışıyorum ancak bazen yoğun iş tempomuzdan evde günlerce yemek yiyemediğimizden dolayı kalan ekmekler oluyor ve maalesef bahçeli bir evde oturmadığımız için artan ekmekleri yiyebilecek bir hayvanımız da yok diye düşünürken arkadaşımın attığım bu emaildeki görseller çok hoşuma gitti beni mutlu etti.

Site yönetimi ne der bilmiyorum ama ekmek ağaçları için şansımı deneyeceğim :)







18 Ocak 2010 Pazartesi

Eskiden kar yağardı

Eskiden kar yağardı, yatağımın yanındaki perdeyi aralık bırakır sokak lambasının altından gelin gibi süzülen kar tanelerini izleyerek uykuya dalardım. Dışarı çıktığımda içimi beyaz huzur kaplardı, hele yürümek, kimsenin basmadığı yerlere ilk basan olmak sonra dönüp bakmak ayak izlerine.. En güzeli de çocukken kar yağdığında ailece dışarı çıkılan ve kar keyfinin yaşandığı gecelerdi hafızamda kalan, bir çocuk için nasıl mutlu nasıl huzurlu nasıl güzel anlardır anneyle babayla oynanan o güzel zamanlar, karla yoğrulan bu mutluluk bir yetişkinin hafızasındaki en güzel çocukluk anılarını süsler bence, en azından benimkini süslüyor..

Ama şimdiki İstanbul çocuklarının böyle anıları olamayacak maalesef, uzun zamandır böyle güzel bir kar yağmadı, bende o günleri bu güzel fotoğraflarla canlı tutmaya çalışıyorum hafızamda.






16 Ocak 2010 Cumartesi

Tedx Reset ve Faydalı İnsan Olmak


Geçtiğimiz hafta perşembe günü çok güzel bir etkinliğe katıldım. Tedx Reset. Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm kişisel gelişimimle ilgili pek çok noktayı gün içinde tekrar tekrar yüzüme vurdu. Kısaca TED organizasyonundan bahsetmem gerekirse, TED hangi alanda çalışırsa çalışsın dünyanın en iyi düşünürlerini ve icracılarını bir araya getirmeye çalışan bir organizasyon olarak tanımlayabilirim. Dünya çapında ünlenmiş bu organizasyonun Türkiye ayağı TEdx Reset 14 Ocak'ta Boğaziçi Üniversitesinde yapıldı ve bende işlerimi ayarlayıp heyecanla katıldım.

Uzun zamandır üzerinde düşündüğüm 'faydalı insan olmak' konseptini bizzat yakalamış ve uygulamış konuşmacıların birbirinden farklı hikayelerini, hayata kattıklarını ve hayattan aldıklarını dinlerken kendimi sorgulayıp durdum.

Neydi benim hayata faydam? Bu kadar çalışıp didinmenin sonucunda işimi iyi ve dürüst bir şekilde yapmaya çalışmanın verdiği manevi huzur dışında neydi beni daha mutlu edecek, bir insanın hayatını daha iyi yaşamasını sağlayacak bana daha da büyük manevi huzur verecek işte bu da benim hayata faydam diyebileceğim şey ne acaba? Bugünlerde onu bulmanın peşindeyim:)