16 Ağustos 2010 Pazartesi

*17 Ağustos 1999 :(

Korkunç bir gürültü ile uyandığımda ne olduğunu anlamaya çalışıyordum, uyanmamış mıydım yoksa? Yok yok uyanmıştım, ağzımdan burnumdan iğrenç toz bulutu çıkıyor diğer yandan yer, tüm gücüyle bedenimin her bir noktasını sarsmaya devam ediyordu, bir yandan da bir yerlerden kayıyordum oysaki en son yatağıma yattığımı ve güzel bir uykuya daldığımı hatırlıyorum. Nerden kayıyorum diye düşünürken kendimi odamın kapısının önünde buldum, kaydığım yerden yuvarlanarak gelmiştim ayağa kalkmaya çalışırken yer tıpkı deniz dalgası gibi ayaklarımı kaydırıyor beni yine yere atıyordu, sarsıntının azaldığı bir anda ayağa kalkmayı başarmış kapımı açmıştım ki annemle babamı nerdeyse gözleri yuvalarından çıkacakmış gibi dehşet dolu bir ifade ile kapımın önünde bulmuştum. Evet deprem oluyordu oysak, annem deprem demese kıyamet koptuğunu zannediyordum ben. Onlarla göz göze geldiğim an Merve diye bağırmaya başladım, kardeşim Merve ile odalarımız yan yanaydı ve onun kapısı hala kapalıydı seslenmemize rağmen içeriden ses gelmediği gibi kapısını da açamıyorduk, babam kırılan kapının camını tuz buz ederek içeri girdiğinde merveyi tepkisiz bir şekilde çalışma masasının üzerinde bulduk, şoka girmişti ama yaşıyordu o an düşündüğümüz tek şey devrilen dolapların ya da duvarların altında kalıp kalmadığıyda ama şükürler olsun ki yaşıyordu, babamın nerden bulduğunu sonradan öğrendiğim bir el feneri ile evimizin çıkış kapısını bulmaya çalışırken, iğrenç bir çimento kokusu ciğerlerime işlemiş diğer yandan gelen çıığlık ve cam kırıkları sesleri içinde üst dairelerde oturan teyzem, dayım ve anneannemle büyükbabamın sağ olup olmadığını düşünürken babam çıkış kapısını bulmuştu, kapıyı açmayı başardığımızda gördüğümüz sahneyi sanırım ölene kadar unutamayacağım, merdivenler yoktu, apartmandan çıkmak için ihtiyacımız olan merdivenler yerin altına gömülmüştü işte o zamana kadar evimizin yarısının toprağın altına girdiğini anlayamamıştık.

Hemen balkon kapılarına yöneldik, balkona çıktığımızda kendimizi caddenin ortasında bulduk çünkü balkonumuzla sokak birleşmişti. Sonunda dışarı çıkabilmiştik ama dışarı çıkmak hissettiğimiz dehşet dolu anları geride bırakmamıştı çünkü üst katlarda oturan ailemin diğer fertleri canlarım hala dışarı çıkamamıştı bu arada artçılar devam ederken beraberinde çığlıklar da artarak devam ediyordu. Aynı zamanda sevdiklerini kurtarmak için yardım isteyen insanların çaresizliği ve bizim hiç birşey yapamamamız, yardım edemememiz ve o çaresizlik anları hala içimi sızlatıyor aklıma geldikçe.

Gün ağırmaya başladığında ailemin tüm fertleri sağ sağlim apartmandan çıkabilmişti ancak ağıran gün dehşeti, korkunçluğu ve cehennemi de gün yüzüne çıkartıyordu beraberinde. Sevdiklerini kurtarmaya çalışan insanların çaresizliği, ya da sevdiklerinin öldüğünü gören insanların kahroluş sahnesi ömrümün sonuna kadar beynimin bir yerlerinde zaman zaman kendini hatırlatacak sanırım.

Evimiz yıkılmıştı ama yaşadığımız sokaktaki binalardan eksiksiz çıkan tek aile olduğumuz için o saniyee yaşanan tüm korkunçluğa rağmen hiç birşey düşünemiyorduk. Aradan zaman geçtikte dehşet anının tüm ayrıntıları bir bir konuşuluyor ve her geçen gün enkaz altında kalan bir yakının haberini alarak günler günleri kovalıyordu ve 10 yıl geçti. Geri dönüp baktığımda (her ne kadar bakmamaya da çalışsam) dün gibi aklımda dehşetin her saniyesi, depremin aileme verdiği maddi ve manevi izlerini hala taşıyoruz üzerimizde. Ancak hayattayız ve 10 yıldır her gün farklı bir şekilde şükrediyorum bunun için. O zamanlar artık herşeyin bittiğini, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını düşünmüştüm bir daha hiç mutlu olamayacağız bir daha hiç gülemeyeceğiz sanki hep ağlayacağız gibi geliyordu ama herşey geri de kaldı. Hayat devam etti.

Bunu neden anlattım, 10 yıl önce bugün saatler sonra başımıza geleceklerden habersiz hayatı yaşamaya devam ediyorduk tıpkı bugün olduğıu gibi. Herşeye rağmen 10 yıl geride kaldı hayata sıfırdan başladığımız tam 10 yıl oldu. O gece üzerinden kaydığım şeyin yan apartmanın kolonunun kırılarak altına girdiği yatağım olduğunu, odamın enkazından çıkan eşyaların yan apartmandaki komşunun salon takımları olduğunu, enkazı kaldırmak için gelen inşaatçıların ağzından dinledim. Kimse o odadan sağ salim çıkabildiğime inanamıyordu ama mucizeler bizim için değilmiydi?

Canların kaybeden herkese Allah'tan rahmet, yakınlarına da başsağlığı diliyorum. ama diğer yandan da şunu söylüyorum. Herşeyimizi hatta ruh sağlığımızı bile kaybettiğimiz o günden bugüne baktığımızda herşeyi geride bırakmayı başardım. Güzel bir hayatım var ve ben bunu Tanrı'nın da yardımıyla, çalışarak, kaybettiklerimi geride bırakarak her zaman yaşadığım için şükrederek ve hayata daha çok bağlanarak başardım. Eğer sizde bazen herşeyin kötü gittiğini, düştüğünüzde, canınızın bir parçasının koptuğunda, bir daha kalkamayacağınızı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz, lütfen pes etmeyin ayağa kalkmaya çalışmayı bırakmayın. Depremi yaşayan, enkazların altından mucizevi bir şekilde çıkan ve herşeyini kaybeden ama hayata sarılıp bugünlere gelen bizleri düşünün.

10 yıl önce bugün hayatını kaybeden herkese tekrar Allah'tan rahmet diliyorum.

* Geçen sene yazmıştım bu yazıyı, bu sene tekrar yayına aldım.

13 Ağustos 2010 Cuma

Otobüs Yolculuğu

Dün aniden belli olan bir toplantım sebebiyle Ankara yollarındayım şu an. Sık sık gidip gelenler bilirler Ankara'ya uçak yolculuğu otobüsten daha zahmetlidir ve nerdeyse zaman olarak aynı sürer. Bende bunu bilerek dün otobüsten yerimi ayırttım. Şehirlerarası otobüs yolculuğunu çok seviyorum, yolculuk süresi kendimle baş başa kaldığım ender anlardan biri çünkü.. Herşeyi düşünmek için zamanım oluyor bu süre içerisinde. Hayatımı, işimi, ailemi, arkadaşlarımı ama herşeyi... Bugün de kendime ayırdığım bu anlardan biri benim için ama bilgisayarım yanımda olduğu için işten ve emaillerimi yanıtlamaktan düşünmeye vakit kalmaycak gibi ama yinede güzel.

Eskiden otobüste walkmen dinlemek bile bir lüksken şu anda geldiğimiz noktaya inanamıyorum. Tekli bir koltukta bilgisayarım kucağımda, önümdeki koltuğun arkasındaki bana özel televizyona göz atıyorum arada sıkılırsam da yine koltuğu arkasındaki kulaklık girişine takacağım kulaklığımı ve dinleyeceğim müziğimi:) inanılmaz değil mi? Teknoloji ilerledikçe nasıl da kolaylaştırıyor hayatımızı. daha on sene öncesine kadar internete bağlanıp bağlandığımı anlamak için 'cınnnn' diye çıkan o garip sesin gelişini dinleyip bağlandı diye sevinirken 10 yıl sonra kucağımda laptopla yolculuğun keyfini çıkarıyorum şimdi.

Birazdan Bolu'ya geleceğiz, mis gibi havasını içim çekip koyulacağız tekrar yollara. Umarım toplantım güzel geçer, birde bu arada bugün gelmesini beklediğim müjdeli bir haber var. O da geldi mi deymeyin keyfime:)

11 Ağustos 2010 Çarşamba

3 günlük haftasonu kaçamağı

Yaza girmeden önce sevgili eşimle birlikte güzel bir haftasonu kaçamağı yaptık. Cuma'dan izin alıp sabah erkenden atlayıp arabamıza kırdık dümeni Ege'ye doğru. Kaz dağlarına gidelim dedik, orda bir butik otel bulur 3 gün kafamızı dinler hem de İstanbul'un karmaşasından biraz da olsa uzaklaşırız diye düşündük.


Gittik kaz dağlarına ama otelde kalmadık, eşimin kız kardeşinin kayınvalideleri kazdağlarının denize ve yunan adalarına bakan köylerinden birinde harika bir ev yapmışlar kendilerine ve emekli oldukları için yılın büyük bir kısmını burda geçiriyorlar. Bizi çok güzel ağırladılar, 3 gün boyunca sürekli gezdik mis gibi havayı doldurduk ciğerlerimize.



Bu gezimizde bir karar verdik eşimle, en kısa zamanda buralarda bir arsa bulup emekliliğimizi inşa etmeliydik. Yaşımız ilerlediğinde mutlaka böyle bir yerde devam etmeliydik yaşamımıza. O yüzden gözleri açttık ve koyulduk boş arsa bulmaya. ama nerdeee köylüleri akıllanmış bir kaç yıl evvel 3-5 liradan sattıkları arsalarını hayattan bezmiş İstanbul'lular keşfetmeye başladıkça arttırmışlar değerlerini. Enteresan olan onların bir an önce köy yaşantılarından kurtulmak isteme çabalarıydı benim çok dikkatimi çeken. Hatta bizim gittiğimiz köyde eğer damatın şehirde evi yoksa kızlarını vermiyorlarmış bu ne yaman çelişki dedim hayretle. Ne işiniz var şehirde be insancıklar dedim kendime. Biz İstanbulda domatesin kilosuna 5 tl verirken onlar ya tarlalarında ektiklerini yiyorlar ya da 5tl ya bir haftalık sebze alışverişi yapıyorlar pazarlarından. biz 2 göz odalı evlerde 1500tl kira ile oturuken onlar çok daha büyük taş evlerde 200-300 tlya sürdürüyorlar yaşamlarını ya da kendi evlerinde oturuyorlar paşalar gibi.


Altınoluk, Ayvalık, Cunda, Asos derken geldik yine kürkçü dükkanına. Artık bir hayalimiz daha var geleceğe dair, yeşilliklerin arasında restore edilmiş bir taş ev, kocaman bir bahçe, şahane bir deniz manzarası ve sadece internet ile olan biteni takip ettiğimiz bir yaşam ve arasıra haftasonları da olsa ziyaretimize gelen çocuklarımız.

Ayrıca şunu itiraf etmeliyim bu geziden bir süre sonra yaptığımız yaz tatilimiz bile dolduramadı doğayla iç içe yaşadığımız bu 3 günün yerini.

Geçsin artık bu sıcaklar.. Gelsin güzel sonbahar..


Yaz mevsimini oldum olası sevmiyorum. Sıcağı sevmiyorum. Üşümenin çaresi her zaman vardır kalın giyinirsin hallolur ama ya sıcaklar... Her yaz ne kadar çok insanın suya sabuna dokunmadığını görüp dehşete düşüyorum nasıl olurda böyle kokarlar hiç mi yıkanmazlar, aynı tshirtü nasıl günlerce üst üste giyerler diye düşünüp dururum.

Benim için yaz demek tatil demek, tatil yapmadığım sürece yaz olmuş olmamış kime ne?

Çalıştığın sürece ne anlamı var bu sıcakların? Bir an önce sonbahar gelsin, hırkaları botları çıkartalım istiyorum.

Haftasonu biraz mağaza dolaştım hepsine gelmiş sonbahar, yine sonbahar kıyafetleri pek güzel bu sene, gerçi son indirime giren yazlık kıyafetlere bakıp acaba ucuzundan güzel bişeyler bulabilir miyim diye vakit harcamaktan sonbaharlıklara bakmaya fırsat gelmiyor ama yine de çok güzel bir kaç parça gördüm mağazalarda. Bir süre sonra gelecek ilk indirimi heyecanla beklemekteyim. Hadi gel güzel sonbahar:)

1 Ağustos 2010 Pazar

Biri Bana Öğretsin

Bu aralar işle ilgili canım çok sıkkın hatta uykularım kaçıyor yine bir değişimin eşiğinde olmak ama bu sefer önünü görememenin sıkıntısı benimki. Gece 3.30da uyanıp sabaha kadar bir sağa bir sola dönmekten, beynimde dolaşan hep aynı tilkilerden, sol omuzumda duran kara melekten bazen kalp çarpıntısıyla işe gitmekten yoruldum bu aralar biraz.

Tatil iyi gelir biraz kendimi dinler bazı şeyleri düşünmem dedim ama nerdeeee.. Her sabah 7.00de dikildim yine ayağa işe gidecekmişim gibi bünye alışmış bir kere reddediyor bazı şeyleri. Ama hiç zorlamadım bu sefer kendimi uyumaya, kalktım, en güzel şezlongu kaptım her sabah itinayla:))) Her gün nerdeyse toplamda 1 saat ekibimdeki arkadaşlarımın sorunlarıyla ilgilendim kopamadım anlayacağınız ve sonuçta planladığım gibi uzaklaşamadım ama dinlendim. Konu nerden tatile geldi bilmiyorum ama büyük bir içsel arayış içerisindeyim son zamanlarda kendimle ilgili bilmiyorum belki profesyonel destek alırım ama en azından bir süre kendi kendimi değiştirmek için çabalayacağım.

Çok kafaya takıyorum herşeyi özellikle işte yaşadığım gerginlikler problemler özel hayatımı da yakından etkilemeye başladı, bu olmsuzluklar gece uykularımı kaçırmaya başladığı gibi gündüz de dikkatimi ve konsantrasyonumu bozmaya başladı, sorumluluklarımın artmasıyla birlikte gelen sorunlar, değişimler, gidenler ve gelenler dengemi bozmaya başladı ancak ben buna karşı koyamaz hale gelmeye başladım ki en fazla canımı sıkan da bu konu son zamanlarda. 10 senedir profesyonel olarak iş hayatının içindeyim ancak hiçbir zaman işi ve özel hayatı birbirinden ayırabilen insanlardan olamadım bunu nasıl yaptıklarını çok ama çok merak ediyorum. İş yerinin kapısından çıktığım an herşeyi orda bırakmayı ertesi sabaha kadar sıkıntıları askıya almayı, rahat bir uyku çekmeyi bende becermek istiyorum artık eminim var bunun bir yolu. Bilen bana öğretebilir mi acaba?